Amerika’da Lisans Eğitimi ve Sonrasında İş Hayatı
Yurtdışında yaşamak, yurtdışında çalışmak ve yurtdışında okumak üzerine yaptığımız röportaj serilerimizdeki yeni misafirimiz bu sefer Amerika Birleşik Devletleri’nden Nazlı!
Üniversitede yurtdışı fikri ilk olarak nasıl çıktı? Ve neden Birleşik Amerika? 🙂
— Üniversite’yi yurtdışında okuma fikri gittiğim liseyle şekillendi. Ben 2009 yılında Robert Kolej’ine başladım. Eğer not ortalamanız iyiyse, daha ilk sınıftan üniversiteyi yurtdışında okumaya yönlendiriliyorsunuz. Zaten Robert’teki öğrencilerin yüzde yirmisi de yurtdışına gidiyor.
Daha önce yurtdışı tecrüben var mıydı? Genelde yüksek lisans için gitmek daha kolay ama lisans biraz cesaret istiyor açıkçası, bu fikri verirken zorlandin mi?
— Daha önceden yurtdışı tecrübem oldu. Robert Kolej’deyken 9. sınıfın yazında liseden bir arkadaşımla İskoçya’daki bir yaz okuluna gittik. 10. sınıfın yazında ise yine aynı arkadaşımla San Fransisco’daki bir yaz okuluna gittik. 11. sınıfın yazında ise sosyal hizmet projesi için Nepal’e gittim. Açıkçası kararı verirken bunun getireceği zorlukların farkında olmuyorsunuz. Belki yüksek lisans için bu kararı verseydim yaşayacağım değişimin daha farkında olurdum. Herhalde yaşla ilgili bu. Lisedeyken gitmek istediğiniz bir okul oluyor ve oraya girebilmeye odalanıyorsunuz. Ülke değiştirmek ya da diğer değişimler odağınızda olmuyor.
Türkiye’de üniversite sınavına girdin mi? Burslara başvurmuş muydun?
— Türkiye’de sınava girmedim. Amerika üniversiteleri icin burslara başvurdum. Princeton Üniversite’sinden %75 burs aldım.
Sanat tarihine ve grafikerliğe ilgin nasıl oluştu? İşte bu benim “hayalimde iş / meslek” diye düşünüyor musun?
— Ben lisede sanat kulübündeydim, yani sanata hep ilgim vardı. Deslerim daha çok matematik ve fen ağırlıklıydı. Hatta 2012 yılında Profesör Seyhan Nurettin Ege ACG 49 Fen alanında başarı ödülünü, mezun olurken de 2013 yılında Aysun Sualp Sanat ve Fen ödülünü aldım. Üniversite’de sanat tarihi okuma fikri 12. sınıfta çıktı. Robert Kolej’den mezun olmadan önce küratörlük ilgimi çekmeye başladı ve fenden ziyade sanat alanında uzmanlaşmak istediğime karar verdim. Princeton Üniversite’sinin üçüncü sınıfında sanat tarihi derslerinin yanısıra grafik tasarım dersi aldım. Işte o zaman hem sanat hem de fene olan ilgimi nasıl bir araya getirebileceğimin farkına vardım. Grafik tasarım hem işlemlere dayalı, gayet matematiksel, ama bir yandan da görsel zevklere hitap eden bir dal. O nedenle evet, hayalimdeki meslek grafik tasarım!
Üniversite sonrasi iş arama sürecin nasıl geçti? Ve iş bulmak ne kadar sürdü? İş aramak için kullandığın siteler var mı?
— İlk işimi Princeton Üniversite’sindeki grafik tasarım profesörüm aracılığıyla buldum. Geçtiğimiz yılın son baharında PIN—UP mimari dergisinde grafiker olarak çalıştım. Burada çalıştıktan sonra da bağımsız sanat dergisi olan Triple Canopy ve grafik tasarım stüdyosu olan Wkshps’ta çalışmaya devam ettim. Bu işleri bulurken kullandığım websiteleri olmadı. Onun yerine ismini bildigim ve sevdiğim yerlere mailler atıp onlardan gelicek olan cevapları bekledim. Açıkçası iş bulma sürecim beklediğimden daha kolay oldu.
Çalıştığın ofislerdeki gÖrevlerin ve projelerin neydi?
— PIN–UP dergisi mimari üzerine röportajlar, makaleler yayınlayan bir dergi. Orada çalışırken dergideki sayfaları tasarlama, derginin sosyal medya hesapları icin resim ya da video hazırlama gibi görevlerim oldu. Wkshps tasarım stüdyosu ise daha çok sanat galerileri, müzeler ve mimari ofisleriyle çalışıyor. Ben de çeşitli müzeler ve galeriler icin logo, katalog, poster tasarımı gibi projelerde çalıştım. Carnegie International müzesi, Sculpture Center müzesi, David Zwirner sanat galerisi gibi yerler için yapılan grafik tasarım projelerinde görev aldım. Triple Canopy ise bağımsız sanat dergisi. Editörler tasarımcılarla birlikte çalışarak seçilen sanatçıların projelerini websitelerinde yayımlıyorlar. Burada da bu proje tasarımlarında çalıştım.
Grafik tasarım alanında hangi programlar önemli? Tasarım yeteneği mi yoksa program bilmek mi sence?
— Bence ikisi de çok önemli. Bilinmesi gereken ilk program Adobe Creative Clouds ki bunun içerisinde InDesign, Illustrator, Photoshop gibi temel programlar var. Bunların haricinde ise kodlamayı, yani CSS, HTML, Javascript dillerini bilmek, önemli. Bu gibi programlara hakim olmak bakış açınızı ve yaratıcılığınızı geliştiriyor; çünkü programlarla ne yapabileceğinizi ve nelerin mümkün oldugunu biliyorsunuz. Bu da yaratma sürecinizi hem hızlandırıyor hem de daha zevkli, ilginç hale getiriyor. Fakat sadece programları bilmek yeterli degil. İyi bir tasarımcı olabilmek için ve diğer kişilerden sıyrılabilmek için iyi bir vizyonunuzun ve becerinizin olması gerekli.
Bizim yaşadığımız ülkede (Almanya`da), iyi tasarımcı (özellikle UI/UX designer) bulmak çok zor, çünkü Avrupalıların düşünce yapısı biraz mekanik. Amerika`da nasil?
— Bence tasarım sektörü ikiye ayrılıyor. İlk olarak dediğiniz gibi teknoloji ve app tasarımı üzerine yoğunlaşan tasarımcılar var. Bunların haricinde ise benim geçtiğimiz ilkbahar çalıştığım design stüdyosu gibi daha çok kültürel kuruluşlarla — galeri, müze, mimari ofis — iş yapan ofisler var. Teknoloji üstüne yoğunlaşan tasarımcılar, dediğiniz gibi daha özellikle UI/UX designerlar, daha mekanik düşünüyor ve çoğu zaman ortaya çıkan tasarımlar o kadar da estetik olmuyor. Fakat Amerika’da Google, Apple, ve Microsoft gibi büyük şirketler var. Onlar UI/UX üzerine çeşitli sistemler geliştiriyorlar (bu Google için Material Design, Microsoft icin Fluent Design) ve bu sistemlerin nasıl kullanılabileceğini kendi websiteleri üzerinden paylaşıp app tasarımcılarına yol gösteriyorlar. Bu açıdan belki Amerika daha şanslı —büyük şirketler burada olduğu için. Kültürel kurumlarla iş yapan ofisler ise çoğu zaman, özellikle NY’ta, bir kapitalist sistemin içinde barınmak zorunda oldukları için sadece gelir getirsin diye, içi boş olan tasarımlar yapıyorlar. O yüzden aslında burada da Avrupa gibi kaliteli ve iyi tasarımlar yapan şirketler bulmak zor.
Amerika’ya taşınma ve alışma sürecinde seni en çok zorlayan şey neydi?
— Beni en çok zorlayan Türkiye’deki arkadaşlarımı ve ailemi geri de bırakmak oldu.
Ofis hayatınız nasıl? Türkiye’deki ofis hayatınla kıyasladığında ne gibi artılar, eksiler görüyorsun?
— Geçtiğimiz baharda Wkshps isimli design stüdyosunda çalışıyordum. Ofis hayati çok keyifliydi! Çalıstığım insanların hepsi işlerinde çok istekliydi ve birbirlerine destek oluyorlardı. Çalıştığınız insanlar iyi bir ekip oluşturduğunda bu hem işe gitme isteğinizi hem de ortaya çıkarttığınız işlerin kalitesini arttırıyor. Bu yüzden çok şanslıydım. Türkiye’de, Princeton’da okurken SALT Galata da staj yapmıştım ve o ofisi görme fırsatım oldu. SALT ekibi Wkshps ekibi gibiydi. Herkes işinde istekli ve birbirine destek oluyordu. Aslında o açıdan iki ofis de oldukça benzerdi. Sadece SALT daha büyüktü ve katlar arası etkileşim çok sık olmuyordu. İnsanlar birbirini daha az tanıyordu.
Amerika’da da zorlandığın anlar var mı? Dönmek istediğin, Türkiye’yi özlediğin anlar mesela.
— Özlediğim anlar genelde birinden destek istediğim anlar oluyor. İşlerimin yoğun olduğu ya da tek başıma çözmem gereken sorunlar olduğunda anne yanını özlüyorum!
Amerika’da yaşamanın en çok sevdiğin yanı ve en sevmediğin yanı nedir?
— Sevdiğim yani; çalışmak istediğim sektördeki çoğu insanın burada olması. New York’ta aynı sektörde çalışan insanlar birbirini tanıdığı için bağlantı kurmak çok kolay oluyor. Bir de New York’ta sürekli aktiviteler oluyor. İnsan her an yapacak kültürel etkinlik, gidicek müze vs. bulabiliyor. Buradaki insanlar daha açık görüşlüler. Farklı kültürden bir çok insan bir arada rahatça yaşayabiliyor. Sevmediğim yanı ise daha bireysel bir toplum olması. Herkes önce kendini düşünüyor. Önce “ben”ci bir bakış açısı var.
Yurtdışında yaşamak, uzaktan pespembe bir hayat gibi gözüküyor. Biz öyle olmadığını biliyoruz. Senin de bu konuda eklemek istediklerin var mı?
— Dediğiniz gibi ne kadar güzel olsa da, bir o kadar da zor. Aile ve arkadaş özlemi hep oluyor.
Şu anki farkındalığın ile yurtdışında yaşamaya gitmeden önce neleri farklı yapardın ya da nelere daha çok dikkat ederdin?
— Belki kendime daha çok boş zaman yaratmaya çalışıp arkadaşlarımla ya da ailemle gezerdim. Üniversiteye kabul stresi ya da Amerika’ya gelme stresine kapılıp kendinize zaman ayırmayı unutuyorsunuz. Aynı düzenin bir daha olmayacağının da farkında olmadığınızdan birdenbire ülke değiştirmiş oluyorsunuz. O nedenle benim şimdiki farkındalığım olsaydı birkaç ay boş vakit yaratıp sevdiklerimle zaman geçirmeye daha çok özen gösterirdim.
Biraz da seyahat! Bol bol gezmeye zamanın oluyor mu? Nerelere gittin?
— Lisedeyken Bulgaristan, Iskoçya, Ispanya, Portekiz ve Nepal’e gittim. Üniversitedeyken de ise gezmeye zamanım ancak bahar tatillerinde ya da Şükran günü tatillerinde oluyordu. O tatillerde de Birleşik Amerika içinde gezdim: Chicago, Washington DC, Philedelphia, Porto Riko’ya gittim. Bir yaz ise Italyanca öğrenmek icin Italya’ya gittim.
Varsa bir adet en sevdiğiniz ülke ve şehir alalım!
— Şehir için Porto; ülke için İtalya!
Peki altın soru, ileride Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musun?
— Evet. Türkiye’ye dönüp kendi “design” şirketimi kurmak istiyorum; ama bunun için öncelikle kendimi iyi ofislerde yetiştirmem lazım.
Takipçilerimize söylemek istediğin ve bizim unuttuğumuz bir şey var mı? Ya da gelecegin Grafik Tasarimcilarina :))
— Bol bol gezin ve okuyun!
Nazlı’nın projelerini görebileceğiniz kişisel websitesinin linkini http://nazli-ercan.com/ bırakıyoruz.
Instagram’da varız ve bekleriz.
Teşekkürler,başarılar dileriz. 0 0reliable online pharmacy